Bir tek kişi bile! | ||||
Ahval, 4 Aralık 2018 Marjinal ve azınlık olan grupların durumu bir ülkenin demokrasi belgesidir. Onların yaşadıklarına, onlara yapılanlara bakarak ülke konusunda oldukça doğru bir değerlendirme yapılabilir. Çoğunluğun durumu ise insan haklarıyla hiçbir ilişkisi yoktur. Hatta çoğunluğun mutluluğu faşist bir düzenin işareti bile olabilir. Türkiye’ye bu açıdan baktığımızda, örneğin 1915’nin ve 1922’nin baskıcı yanını daha iyi anlarız. Çoğunluk kendini kârlı hissediyordu, gelişmeleri destekliyordu veya bilfiil olaylara karışmadan olanları uzaktan memnun izliyordu. Ve kısa sürede Anadolu’da artık ne Ermeni ne Rum kalmıştı. Sonra belli aralıklarla Kürtler, Aleviler, Süryaniler, solcular, dindarlar, milliyetçiler, o dönemin “ihtiyaçlarına” göre süründürüldü. Bunlar çok iyi bilinen olaylar. Ancak bu gelişmelerin pek konuşulmayan ortak bir yanı var: Toplumun tutumu, suskunluğu. Baskılar en açık ve utanç verici yanlarıyla uygulandığı dönemlerde kamuoyunda itiraz sesleri sıfırdı! Bu gerçeğin bugün pek dile gelmemesinin nedeni ise bellidir: Susanlar (ve mirasçıları) o suskunluğu gündeme taşımak istememekte, sorumluluklarını kabul etmek istememekte. Ermeniler ve Rumlar kovalanırken etnik Türkler öte yana baktılar; Aleviler zordayken Sünniler, türbanlılar zordayken Aleviler itiraz etmedi; Ermeniler ve Süryaniler kovalanırken Kürtler duymazlıktan geldi; Kürtler kovalanırken çoğunluk yalnız PKK’yi görebildi; solcular ve milliyetçiler kovalanırken karşılıklı memnuniyet duyuldu; bunlar yaşanırken gayri Müslimler cemaatlerinin içinde gettolaştılar; gayri Müslümler acı çekerken Müslümanlar sağır ve kördüler. Yani herkes kendi hakkını gözetirken, herkes sırasıyla zararlı çıktı. Benim kişisel sitemim ise, ailem zordayken çoğunluğun desteğini görmemesi değildir; çoğunluktan tek bir kişinin bile bize destek olmamasıdır. Tek bir kişi bile! Varlık Vergisi uygulandığı dönemde tek bir yazı çıkmadı “bu haksızlıktır” diyen. Hep sonradan geldi destek: Faik Ökte, Rıdvan Akar ve Hülya Demir, Ayhan Aktar ve daha niceleri. Sağ olsunlar, ama sonradan. 6-7 Eylül olaylarının yaşandığının ertesi günü – öncesinde azınlıklara karşı haftalarca kin yayını sürdürülmüştü – tek bir “ayıptır”, “günahtır” yazısı çıkmadı. En fazla söylenen “memlekete kötü oldu”, “vatanımız rezil oldu” biçiminde birkaç yazıydı. Yani “biz”le ilgili yazılardı onlar, “öteki”nin derdi o satırlarda yoktu. Ancak yıllardan sonra doktora tezleri yazılabildi, ırkçılıktı dendi. Cadı avı, kıyım, kırım ve soykırımlar terör havasıyla birlikte geliyor, herhalde bundan dolayıdır, destek de felaketten çok sonra geliyor. İnsanlar ya kendilerini zamanın histerisine kaptırıp yapılanları normal sayıyor, ya korkup siniyor. Korkup sinmek insani bir reflekstir, anlaşılırdır, affedilebilir. Ama sinmenin de bir sınırı olmalı. Bari tam sussalar! Bari ezilene karşı olduklarını ikide birde tekrarlamasalar, bunu ima etmeseler. Bugün “darbeci, terörist, Fetö, X üyesi olmadan propaganda yapanlar, haindirler” diye diye hapishaneler doldurulurken, bu insanlar ailece işsizliğe ve açlığa mahkûm edilirken ben kendi ailemin geçmişini aklıma getiriyorum. Tabii şimdi durumlar daha iyi. Tek bir kişi bile konuşmadı diyemeyiz. Ama yapılanlara kıyasla itirazlar yine de çok cılız. Ben ileride kendi geçmişteki tutumumdan utanmamak için söylemiş olayım: bu cadı avı, bu kıyım, bu soykırım ayıptır, günahtır. Yasa dışıdır diye eklemeyi gerekli görmüyorum. Bunu yurt dışında zaten bütün dünya söylüyor. Eminim ilerde bol bol konuşanlar çıkacaktır. Varlık Vergisi’ni uygulayanlardan olan Faik Ökte, sonradan yayınladığı ilgili kitabın önsözünde “Bu kitabı İstanbul Defterdarı iken yazmaya başlamış, 1947 senesi başında bitirmiştim; fakat basılması için bir müddet beklemeyi muvafık bulmuştum. Vukuatın eskimesi daha iyi olacaktı” diye not düşmüştür. Her nedense “vukuatın” eskimesinde bir yarar görülüyor. Kitabın son sayfalarında da şunu yazar:
İlerde, yıllar sonra, yaşarsak, yeniden bu vukuatı konuşmak üzere, selamlarımla! |