Siyasette kutuplaşma
PDF Yazdır e-Posta

rte

Ahval 13/8/2018

Türkiye’deki durumdan söz edeceğim, ama konu her ülke için de geçerli. Siyasi kutuplaşma, çok farklı görüşlerin ortaya çıkması olmasa gerek, bu farklı görüşlerin taraflarca tartışılamaz olması anlamında anlaşılmalı.

Örneğin, sağ-sol yarışması, mücadelesi ve çatışması normal siyasi bir çerçevede de olabilir, ki buna isteyen demokratik ortam da diyebilir, kıran kırana bir iç savaş ortamında da. Taraflar arasında iletişimin  koptuğu bu ikinci duruma kutuplaşma diyebiliriz.

Olayı geniş ve tarihi bir çerçeveye yerleştirince, bu iki farklı siyasi yaklaşımın anlamlı bir coğrafi dağılımını görürüz.  Kutuplaşma herhangi bir ülkede ortaya çıkabilir.

Ama son on yıllarda iç savaş boyutlarına varan ve/veya temel demokrasi ilkelerini ayaklar altına alarak yürütülen kutuplaşmalı mücadeleler genellikle az gelişmiş/gelişmekte olan ülkelerde görülüyor.

Batı Avrupa’da, Kuzey Amerika’da, Avustralya’da  daha seyrek, Afrika, Asya ve Güney Amerika ülkelerinde daha sık. İlk akla gelen, ekonomik gelişme ile siyasi olgunluk arasında bir ilişkinin olması. Ama başka bir açıklama da olanaklı: uyum ve uzlaşma kültürünün millileşmenin aşamasıyla ilgili olması.

Kimi ülkelerde erken, kimilerinde geç ortaya çıkan millileşme olayı temel bazı kabulleri gerektirir. Bunlara millet olgusunu olanaklı kılan ilkeler diyebiliriz: Yani bir minimum toplumsal konsensüs (asgari mutabakat). Buna göre milleti vatandaşlar oluşturur. Bunlar aynı vatanın üyeleri olduklarından hakları da ortaktır.

Millet kavramı bir yerde bu eşitlik anlayışını içerir. Ancak bu eşitlik farklı yorumlanmıştır. Kimi zaman siyasi eşitlik olarak (örneğin seçimlerde herkesin oy kullanması olarak), kimi zaman kanun karşısında eşit olmak olarak, kimi zaman fırsat eşitliği olarak, kimi zaman da eşit yaşam standardının sağlanması olarak.

Bu farklara karşın, bir şekilde bir eşitlik kavramı millet kavramıyla birlikte hep vardır. Kimileri eşitliği kan birliği olarak da görebilir: hepimiz aynı soydanız derler. Kimileri din birliğinden söz eder. Yani bir toplum içinde pek çok farklılık gözlense de, millet kavramı “birliği” bir biçimde temel kabul eder.

Aşiret, mezhep, cemaat, bölgecilik gibi farklar ikincil sayılır, en azından millet olgusu bu geleneksel aidiyetlerin ötesinde oluşur.

Ama bunun sağlanması, yani bir toplumun millet olması bir süreçtir. Bu süreç tamamlanana kadar “eşitlik” sorunları yaşanır. Fransa’da aristokratların imtiyazlarının sona ermesi ve yurttaşlar arasında “eşitliğin” sağlanması kanlı bir devrimle başladı. Bazı Afrika ülkelerinde kabileler arasında “eşitlik” hâlâ bir türlü sağlanamıyor.

Tabii ara durumlar da var: Vatandaşların eşit haklarının resmen tanındığı ama arada baş gösteren kriz durumlarında antidemokratik uygulamalarla “eşit millet üyeleri” uygulamasının yürürlükten kaldırıldığı durumlar.

Türkiye’deki durum buna benziyor. Geç millileşme belirgin bir özellik. Türkçülük hareketi Balkanlarda ortaya çıkan en son millileşme olaylarından biridir. Sırplar ve Yunanlılar Türklerden yaklaşık yüz yıl önce, Bulgarlar elli yıl önce millet olma derdindeydiler.

Akçura millileşme gereğini ancak 1905’de dile getirdi. Ayrıca, Balkanlardaki millileşme hareketleri, genel olarak, Batı Avrupa ülkelerine göre geç kalmış millileşmelerdi. Ortadoğu açısından bakınca Türk milliyetçiliği öncü sayılır. Kürtlerin ve Arapların durumu daha da geç kalmıştı. Her etnik grubun iç karışıklıkları bu süreç seyrinin izlerini sergiler.

Türkiye’deki son on yıllardaki, ama özellikle bugünkü kutuplaşma, iç savaşı andıran çatışmalar, kimi vatandaşların düşman sayılması, hukukun siyasallaşması (ki bununla bütün vatandaşlara eşit uygulanan hukuk yoktur demek isteniyor), ve, belki en belirgin işaret olan, vatandaşların biri birine karşı sergilediği hudutsuz saygısızlık, bu geç kalmış millileşme sürecinin tamamlanmamış olmasıyla ilgili olmalı.

Çağdaş ve olgun bir milletin içinde böylesine bir kutuplaşma yaşanmaz. “Geç kalmışlığın” en çarpıcı işareti bazı vatandaşların vatandaş bile sayılmamalarıdır. Her gün en yetkili ağızlardan ve hele medyada “bazı Türklerin” hain oldukları, düşmanlarla birlik içinde Türkiye’ye karşı çalıştıklarını okuyor ve duyuyoruz.

Toplumun bir kesimi böylece dışlanmış oluyor. Dışlananlar vatandaş değil düşman sayılıyorlar, onlara karşı savaş ilan edildiği de sık söyleniyor. En açık bir biçimde yüz binlerce, hatta milyonlarca insana vatandaş olma hakkı bile tanınmıyor.

Düşman algısı birilerinin yalnız yabancı ve öteki olarak görülmediklerini gösterir. “Düşman”, yabancı ve öteki olmayı aşar: Birilerini tehlike ve kötü niyetli olarak görmek demektir, mutlak dışlamadır. Bu tür insanlar milletin içinde kabul görmezler. Düşman söylemi milletin temel ilkesi olan birliğin reddidir.

Yabancıdan ve ötekinden uzak kalmaya çalışırız, gereğinde onu yurdumuzdan kovarız. Ama düşman başkadır: onu yok etmeye çalışırız. Bu yok etmenin meşruiyeti ise “düşman” kavramının içinde saklıdır: O bizi yok etmek istiyor, biz onu yok etmeye mecburuz!

Bu düşmanlık anlayışı birilerinin suç işlemesiyle açıklanamaz. Çünkü suç bir toplumda istisnai olandır, seyrek olandır ve toplumun çok küçük bir kesimini içerir. Kaldı ki suçlu olmak başka düşman olmak bambaşkadır. Suçlu cezasını çekince normal vatandaş olarak yaşamına devam eder.

Düşmanlığın tedavisi yoktur! Onu yok etmekten başka! Ayrıca suç bireyseldir. Türkiye’de gözlenen ise, “ötekileştirenlerin” gruplar oluşturduklarıdır: etnik gruplar, dini gruplar, mezhepler, cemaatler, ideolojik gruplar biçiminde. Genellikle genç ihtiyar ayırımı da yapılmadan gruplara saldırılıyor. Türkiye kutuplaşmayı bu düzeyde yaşamakta.

İronik ve şaşırtıcı olan, bu kutuplaşmayı en üst düzeye çıkaranların sürekli vatan-millet lafını edenlerin olması. Her yerde düşman, vatan haini, işbirlikçi görenler, vatandaşları ötekileştirenler, yani millileşmeyi geciktirenler, hatta askıya alanlar, bunları vatan ve millet adına yapmalarını nasıl açıklayacağız?

Milliyetçilik biz-öteki kavramı üstünde bina edilmiştir. Ancak millileşme sürecini tamamlamış halklar düşmanı sınır ötesinde algılarlar. Bazen, kesin biçimde dışladıklar bazı azınlıkları düşman sayabilirler, ancak toplumun büyük kesimlerini dışlamazlar. İkide birde “hain” diye birilerini suçlamazlar.

Ama Türkiye farklı. Gecikmiş bir millileşme yüzünden Kürt, Alevi, yobaz, Kemalist, dinsiz, solcu, sağcı diye diye toplumun büyük kesimleri dışlandı ve dışlanıyor. Oysa beğenilmeyene karşı olsa olsa demokratik muhalefet yapılır. Çağdaş milli devletlerde siyaset bunun için vardır.

Bu yazı bir saptamanın ötesine geçmiyor. Bu durumda ne yapılabileceğini yazmak daha zor. Herhalde ilk akla gelen kutuplaştırmaya karşı çıkmaktır.

Ama nasıl?

 

Your are currently browsing this site with Internet Explorer 6 (IE6).

Your current web browser must be updated to version 7 of Internet Explorer (IE7) to take advantage of all of template's capabilities.

Why should I upgrade to Internet Explorer 7? Microsoft has redesigned Internet Explorer from the ground up, with better security, new capabilities, and a whole new interface. Many changes resulted from the feedback of millions of users who tested prerelease versions of the new browser. The most compelling reason to upgrade is the improved security. The Internet of today is not the Internet of five years ago. There are dangers that simply didn't exist back in 2001, when Internet Explorer 6 was released to the world. Internet Explorer 7 makes surfing the web fundamentally safer by offering greater protection against viruses, spyware, and other online risks.

Get free downloads for Internet Explorer 7, including recommended updates as they become available. To download Internet Explorer 7 in the language of your choice, please visit the Internet Explorer 7 worldwide page.