Milliyetçilik Tartışması | ||||
|
Milliyetçilik konusunda Zaman Gazetesinde çıkan bir yazım aleyhte yazılara neden oldu. Burada önce benim yazımı sonra bu yazıya tepkileri bulacaksınız. Lehte olan yazılar da en sonda. Bu konuyu Zamandan bir Ses adlı kitabımda ayrıntılı bir biçimde anlattım ve yorumladım. 22/7/2003 Milliyetçilik Bir hastalıktır. Bulaşıcıdır. Bir yörede çıkar ama her yana yayılabilir. Temasla bulaşır. Ağızdan ağza, hatta kulaktan kulağa bile geçer birinden ötekine. İnsanların bir mikroptan mı, bir virüsten mi, yoksa psikolojik nedenlerden mi etkilendiği hâlâ tartışılmaktadır ama hastalığın belirtileri ve sonuçları kesin bilinmektedir. Önce insanın ateşi hafifçe yükselir, başı döner, dengesi bozulur. Hasta adayı kendini yoklamaya, ‘bize ne oluyor?’ demeye başlar. Aynı hastalık belirtilerini taşıyanlarla bir araya gelip konsültasyon yaparlar, tartışırlar. Bunu en iyi aydınlar yapar. Zaten bu hastalık en fazla aydınlarda görülür. Gittikçe artan bir biçimde ‘biz’ demeye başlarlar: bize ne olacak, biz bize kaldık, bize neden herkes ters bakıyor, biz ne yapmalıyız biçiminde. Bu ilk belirtidir. Bu semptomlara bulaşmayanlara kuşku ile bakmaları ikinci belirtidir. Kuşku duygusu gittikçe artar ve çeşitli alanlara yayılır. Hastalanmayanlar kaygı ve şüphe ile karşılanır. İlk paranoya belirtileri bu aşamada belirir. Sonra ‘biz’ sayılmayan herkese karşı bir öfke belirir. Tansiyonları yükselir. Etrafta hep düşman görmeye başlarlar. Yüzlerde bir gerilim sezilir. Yürek atışları artar, bakışlar bir başka türlü olur, kararır, kanda adrenalin artar. Kimilerinde şiir yazma/okuma eğilimi görülür. Haykırışlı konuşmalar (nutuklar) atarlarken sesleri çok tiz çıkar. Bir sonraki aşamada hastalar halüsinasyon görmeye başlar. ‘Biz’ diye nitelediği birliği aynı biçimde davranan robotlar olarak görmeye başlarlar. Bu birlik içinde fertler seçilemez olur. Bunun yalnız ruhsal bir bozukluktan olmadığını, görme yetisinin de önemli derecede azaldığını söyleyen doktorlar vardır. Artık bakışlar mecnun bakışı gibi sabittir; ama etrafı göremezler de: seçmeci bir görme biçimine geçerler. İşlerine geleni görürler işlerine gelmeyeni görmezler. Bu durumda gözlük kullanmak da yarar vermemiştir. Gözlükle tek sağlanan halüsinasyonları daha büyükçe görmek olmuştur. ‘Biz’ artık bir saplantı olmaya başlar. Ancak bu aşama hastanın en mutlu olduğu süredir. Kendisinin (ve grubunun) dünyanın en üstün, en seçme, en haklı, en güçlü, en güzel, en adil, en akıllı, en yaratıcı, en hoşgörülü ve hele en alçak gönüllü, kısaca en ‘en’ olduğuna inanır. Bu onda öylesine bir tatmin ve mutluluk sağlar ki, artık bu hastalıktan kurtulmak için en ufak bir isteği kalmaz. Bu aşamada uyuşturucu bağımlısı gibi davranır. Hastalığını mutluluk ve ‘yarar’ gibi algılar. Tedavi edilmek istemez, bu hastalıktan kurtulmasını söyleyenlere karşı da bir saldırganlık geliştirir. Anne ve babalarına, kardeş ve eşlerine karşı bu yüzden kin besleyenler bile görülmüştür. Bu aşamada ‘biz’ kategorisine hastanın yakınları hatta en yakın akrabaları dahil edilmeyebilip, binlerce yıl önce yaşamış bütünüyle hayali kimseler dahil edilebilir. Artık hastamız duygular aleminden maalesef eyleme geçmektedir ki, bu etrafı ve insanlık için tehlikeli olmaktadır. Bir yanda kuşkuları ve güvensizliği, öte yanda kendisinin ve ‘biz’ dediği grubunun üstünlüğüne ve yanılmazlığına inandığı için çok sert ve acımasız olmaktadır. Bu hastaların haksızlıklar, cinayetler, hatta soykırımlar, katliamlar, etnik arındırmalar, zorunlu sürgünler, her türlü baskılar uyguladıkları görülmüştür. Her seferinde bütün bunlar, tabii, ‘biz’ adına yapılır ve onlarca meşru sayılır. Yani moral dünyalarında da bir dengesizlik görülür. Ancak hastamız (yada hastalarımız) bu yaptıklarını her zaman hatırlamaz. Yani hastalık bir tür bellek kaybına da neden olmaktadır. Bir tür diyoruz çünkü başka bir alanda inanılmaz bir hafıza gücü gelişmektedir: düşman belledikleri kimselerin yaptıkları olumsuz davranışları hiç unutmazlar, hatta abartarak sürekli hatırlatırlar. Geceleri kabuslarında bu abartılı görüntüleri görürler ve sabahları uyandıklarında yüzleri daha da gerilimli olur. Düş ile gerçeği bütünüyle karıştırdıklarından onlarla bu alanda tutarlı ve yapıcı bir tartışma yapmanız olanaksızdır. Teskin edici ilaçlar bile bu kabusları engellememektedir. Bu aşamada en iyisi onlardan uzak durmaktır. Uzak kalamayacaksanız, en azından onlara sataşmayın, onlarla tartışmayın, özellikle tahrik etmeyin. Semboller konusunda çok hassas olurlar, hemen tahrik olurlar. Örneğin renkler ve bazı renkli şekiller onları çok heyecanlandırır. Bazı aletler de: örneğin gücü ve öldürmeyi simgeleyen kılıç, kalkan, örs, pala gibi aletler onları saldırgan kılabilir. Her türlü yarışmayı, basit bir futbol oyununu bile, ‘bize’ karşı düşmanın başlattığı bir savaş gibi algılamaları bu hastalığın tipik belirtilerindendir. Bu insanların çocukları ve yakınları da bir süre sonra aynı belirtileri taşıdığı sık görülmüştür. Tarih içinde kısa sürede hemen hemen bütün toplumun bu hastalığa salgın biçimde tutulduğu bile olmuştur. O zaman belli şarkılar söyleyerek (genellikle bunlara marş derler) ve çocuklar gibi şen, etrafa saldırırlar, önlerine çıkanı kırıp dökerek her yana koşuşmaya başlarlar. Bu davranışlarından gurur duyarlar. Bu yolda yakınlarının hatta kendilerinin de ölmesi onlar için hiç önemli değildir. (Belli ki bu aşama hastalığın hat safhasıdır!) Tek amaç etrafa güçlerini kabul ettirmektir. Yayılmaya güçleri yetmiyorsa, biraz kırgın ve oldukça ezik, bu mutlu anın ne zaman geleceğini heyecanla beklerler, bu günün hayaliyle yaşarlar. Bu arada hınçlarını güçleri kime yetiyorsa ondan çıkarırlar. ‘Biz’ saymadıkları tabii ilk kurbanlarıdır. Yani tek bela AIDS ve SARS değildir. *** H. MİLLAS ALEYHİNE YAZILANLAR Sanıyorum en başta Almanya’da yaşayan ve kendilerine ‘ülkücü’ diyen bir kesimden bir protesto geldi. Onu, onlarca mesaj izledi. Yazımla ilgili yazılı tepkiler şu kategorilere ayrılabilir: A) Adresime yönelik, küfür de sayılabilecek ‘eleştirel’ e-postalar, B) Çeşitli ‘ülkücü’ sitelerde yayınlanan ve hem bana hem Zaman’a yönelik saldırılar, C) Zaman’da ve başka gazetelerde yayınlanan ve (bir kısmı) ‘soğukkanlı’ sayılacak eleştiri yazıları. İmla yanlışlarını ve ifade bozukluklarını düzelttim. Mesajlarda geçen adımı H.M. ya da M. olarak kısalttım: A) - Zaman gibi belli bir kitleyi peşinden sürükleyebilecek bir gazetede böyle ipe sapa gelmez yazıların yayınlanması gazetenin artık kimlerin olduğunu göstermesi açısından düşündürücüdür. Senin kime hizmet ettiğini anlamak için çok düşünmeye gerek yok. - Ağır hakaretleri ustaca ve nazik bir şekilde yapıyorsunuz, sanırım bu sizin zehriniz. - Hezeyanınızı tiksinti ile okudum. - Neye hizmet ettiğiniz belli: Türk toplumu arasında nefret ve nifak yaratmak… Yoksa Denktaş’a bu kadar saldırmazdınız. - H.M. isimli kahpeye: özür dile Türk milletinden, kendini satmış soysuz, kansız, neden takma adla yazıyorsun? - Yeni yazınızın başlığını tahmin ediyorum: Hagia Sofıa Yunan Kilisesi. - Benim atalarım söylemiş oldukları marşlarla İstanbul’u fethetmişlerdir. - Milliyetçiyim ve Türküm kardeşim, aslım bu. Sanırım ondan dolayı saldırganım. Biz Yahudi gibi yaşayamayız. - Sahi, bu arada sizin milliyetiniz neydi? - Bu virüsler Helen, Yunan, Anglosakson gibi kimliklere dokunmazlar. Onlardan beslenirler, onlara hizmet ederler. Bu ucubeler maalesef bizlerle hep yakın temastadırlar. Bunları kovalamak, kışkışlamak gereklidir. Ancak uzun süre temasta bulunduğundan kansere yol açabilen bu yaratıklar, acıma duygusu yüksek bir toplum olduğumuzdan ezilerek yok edilemezler. - Sen kesinlikle Türk olamazsın, senin soyun Herkül’ün soyundan olsa gerek. - Pis Yunan’ın topraklarımızı kirletmek için burada bıraktığı adi bir Urum’sun sen! İster Herkül ol ister Zeus, bir sıkımlık canın var. Kafamızı bozma!!! - Senin ailenden hiç vatan için ölen oldu mu? Ama senin gibi satılmışın ailesi illaki Yahudi vatandaşıdır. Eminim sende tavuk kadar yürek yoktur. - Ben elbette unutmayacağım Yunanlıların İzmir’den, Afyon’dan çekilirken ırzına geçtiği kadınları, katlettikleri bebekleri. - Türk milliyetçiliğini AIDS yada SARS ile kıyaslayacak piç kurularını unutmayacağız. Zaman gazetesini protesto ediyoruz. Bu tepkimiz büyüyerek devam edecek, soy özürlü şerefsiz. - Yazınızda soykırımlardan söz ediyorsunuz. Bununla sözde Ermeni soykırımını mı kast ediyorsunuz? Cevabınız evet ise çok gülünç duruma düşüyorsunuz. Sözde Ermeni soykırımını kabullenmek cahillikten ve nefretten doğan bir saçmalıktır. - Siz önce bu vatandan kovulmadığınıza şükredin. Bu malum gazetenin sahibi bütün Rumlardan daha aşağı bir mahlukat. Zaten Amerikan ajanı olduğu besbelli. Bir de yazınızda ‘kendilerinden başkalarını aşağı sayarlar’ demişiniz. Ne yani, senin gibi Rumları kendimle eşit mi sayayım? Bırakın, sizi ve sizin gibileri aşağı görelim. Aklınızı başınıza devşirin ve azınlık gibi davranın. Haddinizi aşmayın. Aşarsanız siz düşünün bu milletin nelere kadir olduğunu. Siz ve sizden önceki dedeleriniz neneleriniz çooook iyi bilir. - Ben, dediğiniz gibi bağnaz, herkesi hor gören vs. biri değilim. Zira ben bir Türk Milliyetçisiyim, ben Batılı değilim. - Ulan pu…! Senin a…. korum Türkiye’ye gelirsem. Yurt dışındayım. Sen kimsin ki ülkücülüğü açıklıyorsun, piç, soyu sopu belli olmayan. Oraya gelmeyeyim. Siz bu vatanı bölemezsiniz. (Yalnız bu mektuba yanıt verdim. Meraktan. Aramızda benim için çok ilginç olan şu biraz tuhaf yazışma geçti. Gelen mektupların imla ve ifade yanlışlarını düzelterek aktarıyorum. - H. M.: E-postanız elime geçti. Sanıyorum benden bir yanıt istemiyorsunuz. Duygularınızı ve düşüncelerinizi iletmek istediniz. Bu iletişim çok aydınlatıcı oldu. Teşekkür ederim. Benim bir sorum olacak size. Bütün ülkücü arkadaşlarınız sizin gibi midirler? Öyle mi konuşurular demek istiyorum. Yoksa size özgü mü bu ifade biçimi? Saygılarımla. - Y. K. : Sen adam gibi konuşmayı bilsen ben de adam gibi konuşurum. Ülkücülük sözle olmaz yürekle olur. Ülkücülüğün tanımını kimse yapamaz. Sen çok mu güzel konuşuyorsun? Siz nesiniz necisiniz, beni ilgilendirmez. Sen bana küfür etmişsen karşılığını alırsın. OK? Ülkücü demek beyefendi demek. Senin gibi çakallarla işimiz olmaz. Allah Türk’ü korusun ve yüceltsin. Türkçülüğü kimse durduramaz. - H. M. : Sayın Y.K. Mektubunuzu birkaç kez dikkatle okudum. Anlamaya çalıştım. Vardığım sonuç sizi üzmüş olduğum. Emin olun amacım bu değildi. Size küfür ettim diyorsunuz. Ardından, ülkücü demek beyefendi demektir diyorsunuz. Ben ülkücüler beyefendi olamaz demişsem haklısınız tabi. Bu anlama gelen bir yazım varsa da özür dilemeye hazırım. Sizden ricam, sizi rahatsız eden sözlerimi bana hatırlatmanız. Hangi cümlem sizi rahatsız etti? Bildirirseniz belki o zaman iyi niyetimi kanıtla
B) Doğrudan gelen bu tür e-postaların dışında çeşitli ‘ülkücü’ ve ‘milliyetçi’ sitelerde yayınlanan ve hem bana hem Zaman’a yönelik saldırılar pek çoktu. Hepsine ulaştığımı sanmıyorum. Genellikle söylenenler şunlardı: Zaman gazetesi benim gibi bir yazara yazı yazma hakkını tanımamalıydı, benim yazdıklarım milliyetçiliğe hakaretti, amaç siyasi bir kesime (ülkücülere) karşı bir tutum sergilemekti, Zaman’nın kötü niyeti vardı, vb. Bu sitelerde yazılardan birkaç örnekle yetineceğim. Aynı sitelerde, daha aşağıda da göstereceğim gibi bu görüşlere tam karşı olan görüşler de dile getirildi. - (Almanya Alparslan Türkeş Ülkü Ocağı olarak) … Bu yazıyı nefret ile protesto ediyoruz. Tepkilerimiz kalpleri küt küt diye değil TÜRK TÜRK diye çarpan vatan millet din ve devlet sevdalısı Türk milliyetçilerinden özür dilenene kadar artarak devam edecektir. Türk milliyetçiliğini AIDS ile aynı tutan soy özürlüleri aziz Türk milletine havale ediyoruz. - H. M’nin alçakça tecavüzünden sonra anlaşılmıştır ki bir yanına Ermeni öte yanına Rum patriği almadan iftar sofralarına oturmayan bu Hocaefendi … hedef olarak sadece Türk milliyetçiliğini göstermiştir. Böyle olmasaydı Cenab-ı Hakk’ın Türk olarak yaratmaya layık bulmadığı muhtelif yerel haşeratı Türk milliyetçiliğine saldırması için kiralar mıydı? … Paraya boğar mıydı onları? … Sonra bir de Yunanlı buldular. .. Yunan İstihbarat Örgütü’nün elemanları arasında bulunan H.M. Hocaefendi’yi görmek için Amerika’ya kadar gider…(vb.) - Gerçi Kuran’ı Kerim’in Maide Suresinde ‘Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyim. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o onlardan olur’ diye yazıyor, ama kimin umurunda? Hem onlar artık Kur’an değil Zaman okuyup, Samanyolu televizyonu seyrediyorlar! … Biraz Türkçü numarası çekenleri, Hıristiyan’ı, Yahudi’si, Rum’u ile kol kola, al tekke ve külah görünce üzül. - H. M. artistlik yapma. Sıkıysa aynı şekilde Türk milliyetçiliği hakkında bir daha böyle yazı yaz! Lan çakal, ayağını denk al! - H. M. bir Yunanlı sayılır. İstanbul doğumlu Rum. Bir Rum yazarın Türk milliyetçiliğinden korkması normaldir. Zaman’ın bu yazıyı yayınlaması ise, yazıklar olsun demek gerek. Milliyetçilerin kendilerine küfür eden değil, milliyetçi gazeteleri okumaları gerek. - Bu milletin temeli ile oynamaya başladılar. Allahuekber deyip titreyip kendimize dönmez isek Allah yardımcımız olsun. - Zaman gazetesini ve soy özürlü provokatör şahsı şiddet ve nefretle protesto ediyoruz. - (Arslan Bulut- Ötüken) Benim üzerinde durmak istediğim konu ise sadece Yunanlı H.M’nin yazısı değil. Son günlerde de Tayyip Erdoğan da milliyetçilik aleyhine konuşmalar yapıyor. Irka, dine dayalı ve gölgesel milliyetçilik yapmayacaklarını söylüyor. Böylece bir zamanlar Süleyman Demirel tarafından başlatılan ‘ırk devleti bitti’ tartışmasını da hatırlamış olduk. Demirel ‘anayasal vatandaşlık esas alınmalıdır’ derken Cumhurbaşkanı olduğu ülkenin neyi esas aldığını bilmediğini göstermiş oldu… Anlaşılıyor ki, Türkiye’nin direniş gücünü çözmek için, öncelikle Türk milliyetçiliğini gözden düşürmek gerektiğini inandılar ve organize bir şekilde saldırıya geçtiler... Bu bakımdan Tayyip Erdoğan, Yunanlı H. M, Mehmet Ali Talat ve Mustafa Akıncı ile aynı kefeye girmektedir. .. Türklere Türk karşıtı propaganda yapan ve milliyetçiliği gözden düşürmeye çalışanların Yunanlı olması, bir ölçüdür ama bu işi Yunanlılar ile işbirliği içinde yapan Türk vatandaşları var ise onların damarlarında Türk kanı dolaşmadığına emin olabiliriz. Her şey aslına rücu edermiş. - Tüm Türk kardeşlerim! Allah’ı seven tüm Türkler! Ne olur, şu soysuzlarla tartışmayın. Bekleyin. Biz de zamanı gelince gereğini yapacağız. - Ülkücüler bu yazarın özür dilemesini, aksi takdirde Zaman okumayacaklarını gazete yönetimine e-posta yoluyla iletmişlerdir. Ancak H.M’nin yazısının üzerinden bir haftaya yakın bir süre geçmesine rağmen Zaman gazetesi yönetimi özür dilemediği gibi H.M’sı savunan yazılar da yayınlamıştır.
Gazetelerde yayınlanan ve aleyhte olan yazılar C) Gazetelerde yayınlanan ve (bir kısmı) göreceli olarak ‘soğukkanlı’ sayılacak eleştiri yazılarından örnekler aşağıdadır: - (Yeni Çağ Gazetesinde, 12/8/200 tarihinden başlayarak ve beş tefrika olarak yayınlanan yazılardan) Gazete için abone toplamaya çıktıklarında karşılarında H. M. ve gibilerini bulacaklardır... Zaman gazetesinde H.M. ve gibilerinin Türk milletine küfür derecesine varan yazılarını yayınlamakla, solcu-kozmopolit kesime fazlasıyla kanat germekle nereye varmak istiyorsunuz? - (Aynı gazetede Durmuş Hocaoğlu oldukça dengeli eleştiriler dile getirmiştir. Ama D. H. de tarihi gelişmelerin sorumluluğunu kişilere yöneltmiştir) Türk milliyetçiliği Müslim ve gayri-müslim tebaamızın Osmanlı Devletini parçalamak istemelerine bir tepki olarak doğmuştur. İmdi, bu duruma H.M. ve benzerlerinin gerçek bir entelektüel olmak gibi bir iddiası varsa, şunun hesabını vermeleri bir vicdan borcudur. Eğer iddia edildiği gibi sert bir Türk milliyetçiliği ortaya çıkmışsa bunun kışkırtıcılığını Osmanlı’nın tebaası yapmıştır ve onun da öncüsü Yunanlılardır. O zaman benim teklifim şu: Eski tebaamız önce gelsin ‘biz ettik siz etmeyin, baba sen büyüksün, affetmek büyüklüğün şanındandır’ diyerek özür dilesinler, af ve nedamet istirhamında bulunsunlar ve sonra gelsinler Osmanlı’yı yeniden kuralım. Biz de milliyetçiliğimizden vazgeçelim. - (Altemur Kılıç) Zaman gazetesinin bünyesinde her nedense barındırdığı H.M’a ve E. Mahçupyan’a gelince insan ister istemez bunların kökenlerindeki derin Türk düşmanlığını soruşturuyor! Ve Zaman’ın bu gibilerine köşe vermesinin sebebi acaba hoşgörü müdür diye soruyor… Zaman gazetesi genel yayın müdür yardımcısı Bülent Korucu da H.M’ın yazısını savunurken … tavrı ikircikli. - (Tercüman Halkın Gazetesi’nde Servet Kabaklı) Şu bakımsız Herkül’ün diplomasız tıp doktorluğuna soyunup ‘Milliyetçiliği’ bir psikiyatrik hastalı diye takdim etmesine de demeli? … H.M. Efendinin soy ve din kardeşleri, Helenizm adına Anadolu’da, On İki Adalar’da, Batı Trakya’da ve nihayet Kıbrıs’ta binlerce mazlum Türk’ü katletmişken, baskı, zulüm ve işkence yapmışken … Bu yazıyı basacak gazete en azından okunmayarak protesto edilir. - (Recai Coşkun, Zaman’da) Bizi milli kimliğimizden soyutlayıp, küreselleşmecilerin dünyaya sundukları heveslerin peşinden koşmaya, gönüllü ve çağdaş kölelere dönüştürmeye yönlendiren kalemler, masumane ‘evrensel’ ve ‘hümanist’ söylemlerin arkasına sığınmakta ve ‘milliyetçiyim’ diyene ‘deli gömleği giydirmeye’ soyunmaktadırlar. Bunu yaparken arkasındaki gücün farkındadırlar ve o yüzden bunca pervasızdırlar. Bu çağda küreselleşme güçlünün, milliyetçilik ise haklı ama güçsüzün sığınağıdır. O yüzden milliyetçilik, küreselleşmeci çağın öksüz, hakir görülen ideolojisidir. Yurdu sevmek gerekli ama yeterli değildir. Bunun daha ötesi de var. Gönülden, karşılıksız ve mutlak bir taahhüt: Milliyetçilik… Ulusların milliyetçilik kavramına yükledikleri anlamlar çok farklıdır. Bu yüzden milliyetçiliğin içeriği hakkında bir genelleme bilimsel mantığa aykırıdır… Türk milliyetçiliğinin beslendiği pınarlar arasında katı ve biyolojik bir ‘ırk anlayışı’ asla bulunmaz… Türk milliyetçileri kendisi gibi düşünmeyenleri ve davranmayanları ‘düşman’ bellemez… Sayın Millas milliyetçilik AIDS benzetiminde gerçeğe tersten yaklaşmıştır. Eğer AIDS (Acquired Immune Deficiency Syndrome - Edinilmiş Bağışıklık Sistemi Bozulması) benzetimi yapılacaksa bu milliyetçilikle değil küreselleşmecilikle çok daha örtüşür bir benzetim olur. Küreselleşme Sayın Millas örneğinde olduğu üzere ‘milli bağışıklık sistemini’ dumura uğratır. Milliyetçilik ise bu savunma sisteminin ve reflekslerin dinç kalması için çareler üretir. Sayın Millas ‘biz’cilerin (sanırım milliyetçileri kastediyor) sembollere olan düşkünlüğünü bir sapkınlık örneği olarak gösterirken, acaba kullandığı isim neyi imgelemektedir? Zira semboller ve ritüeller sadece milliyetçilerin değil en küçüğünden (aile) en büyüğüne (bütün insanlık) her topluluğun kaçınılmaz olarak hayatına girmiştir. - (Durmuş Hocaoğlu, Zaman’da) Ezcümle, Milliyetçilik, hiçbir babayiğidin – aklından zoru yoksa – ‘canım işte öyle bir şey’ diyerek ceffelkalem bir çırpıda bütün tazammum ve şümûlü ile tanımlamayı taahhüt edebileceği bir “şey” değil; muhtemelen hiçbir zaman da olamayacak… Milliyetçilik, bir âidiyettir, bir sadâkattir, bir aşktır. Aşk’ı kim târif edebilir? Elbette hiç kimse! Aşk, kalbimizde çarpan ve damarlarımızda akan bir ‘şey’dir; hissedilen ve yaşanan bir ‘şey’dir; tarif edilen bir şey değil… Kimine göre de her şekliyle illâ ki ve muhakkak kötü bir şeydir, hattâ en kötü şey; ne AIDS onunla boy ölçüşebilir ne SARS; bir bulaşmaya görsün, zinhar kurtuluş yoktur; önce ateş yükselmesi ile başlar, sonra paranoyalar, halisünasyonlar, sonra ağzı köpürerek saldırmalar vs.; öyleyse at gitsin... Sahi; Milliyetçilik ‘kötü’ müdür ‘iyi’ mi? Kötü nedir, İyi ne diye sormadan, derim ki, Milliyetçilik bir realitedir, bir olgudur; ateş gibi; onsuz hayat olmaz ama, iyisi de olur, kötüsü de, her ikisine de istîdâdı vardır; nasıl kullanılırsa öyle sonuç verir. Yani kötülük ve iyilik ‘içinde’ değil ‘dışında’dır. Milliyetçilik dahi öyledir. Ancak en kötü milliyetçilik, bilâ şekk ü şüphe, 19’uncu asırda Avrupa’da vücut bulan ve bu yüzden de Avrupa’nın insanlığa en kötü hediyesi olan saldırgan ve yırtıcı Avrupâî milliyetçiliklerdir.
BU KONUDA LEHTE OLAN YAZILAR DA OLDU: Yazımı, kişiliğimi ve ifade özgürlüğümü savunan (sapta Etyen Mahçupyan Zaman gazetesinde bir sıra makalesinde milliyetçilik konusunu işledi. Birkaç cümlesini buraya aktarıyorum: ‘Kendilerini milliyetçi addedenlerin… milliyetçiliğe hayat veren zihniyetten bihaber olmaları epeyce şaşırtıcı… Ne var ki kendilerine milliyetçi diyenlerin ‘analizleri’ hiçbir zaman zihni yüzleşmeyi içermiyor. Onlar kendilerini prototip birer ‘insan’ sayarak, kendi duygularından ve normatif tasavvurlarından söz ediyorlar. Bu durumda milliyetçilik ‘bir sadakat, bir aşk’ olurken; vatan ‘kutlu’ bir toprak haline geliyor; ve aynı kökten gelenlerin ‘doğal’ bütünleşmesiyle ‘büyük bize’, yani millete ulaşılıyor. Bu bakış milliyetçiliğin analizi olmak bir yana, sadece milliyetçiliğin yaşandığı bir başka anın dışavurumu. Bu durumda yazı bir anlama çabasının değil, bir ritüelin aracı olarak kullanılmakta. Karşımızda milliyetçiliği anlamlı ve meşru kılmak üzere, milliyetçiliğin içinden üretilmiş neredeyse dinsel bir söylem var. ‘Nitekim bunun bir adım ötesi, kendi milliyetçiliğinizde ‘katı ve biyolojik bir ırk anlayışının asla bulunmadığı’ türden önermeler… ‘Milliyetçiler sadece kendileri gibi düşünenlerin değil, milletin menfaatini gözetirler’ dediğinizde ise, zaten ortada tartışacak bir şey kalmıyor’. Milliyetçilerin tarih boyunca ‘kendileri gibi düşünmeyenlere’ neler yaptıkları bir yana; bu önerme zaten toplumun ‘millet’ adı altında nasıl homojenize edildiğini ortaya koymakta. Çeşitliliği böylesine bastırdığınız andan itibaren, milletin kaderini de onu bir ‘aşk’ olarak yaşayan milliyetçilere teslim etmekten daha doğal ne olabilir? Böylece milletin özneleşmesi milliyetçiyi toplumun tepesine oturturken; otorite kullanımını da meşrulaştırıyor... Bu yüzden (milliyetçilik) bir hastalanma hali olarak sahneye çıkarken; derinlerde daha hüzünlü bir insanlık durumuna da işaret ediyor.’ (1.8.2003) ‘Kendi sorunlarını çözemeyen ülkelerde milliyetçilik, aşağılanma duygusu ve hazımsızlık üzerine oturmakta. Bu psikolojinin sonuçlarından biri milliyetçiliğin ‘öteki’ üzerinden kurgulanması… Buradan hareketle milliyetçilik hamasi bir tarih ve hamasi bir gelecek üretmekte. Tarih kendi içinde hiçbir ‘kara leke’ taşımayan dokunulmaz ve kutsal bir mitosa dönüşürken; gelecek de, fıtri bir enerjinin sanki bir ilahi sıçrama ile ülkeyi ‘hak ettiği yere’ taşıması olarak kurgulanmakta. Böylece milliyetçilik yaşanan zamandan ve gerçeklerden kopmanın, başarısızlığı hasıraltı etmenin, milli maneviyat yoluyla kendini kandırmanın adı oluyor. Bu toplumlarda milliyetçiliğin işlevi ise var olan sistemin sürmesinde, giderek dokunulmazlık kazanmasında ifade buluyor...’ (20.10.2003) ‘H. M’ın milliyetçiliği bir hastalık olarak betimlediği yazısı epeyce tepki çekmişti. Gerçekten de her ülkede yığınla takipçisi olan ve üstelik modern dünyanın ‘çağdaş’ yaklaşımı olarak algılanan bir ideolojiye ‘hastalıklı’ denmesi kolayca mümkün olmasa gerek. Öte yandan bilmek gerek ki tüm dünyada, birçok araştırmacı, tarihçi ve düşünür buna benzer bir kanaate sahip. Dolayısıyla milliyetçilik konusuna biraz da bu algılamanın içinden; yani niçin sağlıksız olarak görüldüğünü anlamak üzere bakmakta yarar var... Eleştirenler açısından milliyetçiliği sağlıksız kılan unsur, bu ideolojiye sahip kişilerin dünyaya kendi kimliklerine atfettikleri değerden hareketle bakmaları… ‘Dolayısıyla milliyetçi bakış, kendi milletinizin çıkarı uğruna etik değerlerin kenara atılmasını meşru kılan bir atmosfer oluşturmakta… Öte yandan bu meselenin ‘her ideolojinin yanlış yanları olur’ cinsinden bir argümanla atlatılması da mümkün değil; çünkü neyin yanlış olduğunu söyleyen de ideolojinin kendisidir... Nihayet milliyetçiliğin insandaki aidiyet ihtiyacının yanıtı olduğu da söylenemez, çünkü nihai aidiyetin ‘millet’ olduğunu iddia etmek zaten milliyetçi bir beyan. Bu arada küreselleşmecilik gibi ‘kötü’ ideolojilerin tespit edilmesi de, milliyetçiliği kendiliğinden ‘iyi’ kılmaz. Hele küreselleşmenin rakibinin milliyetçilik olduğunu sanmak, kendini özneleştirme ihtiyacının uzantısından başka bir şey değildir. ‘Milliyetçiler artık kolaycılığı bırakmalı ve kendileriyle yüzleşmek durumunda olduklarını fark etmeliler. Yoksa onlara dışardan bakanlar giderek daha fazla ‘hastalık’ belirtisi algılayacaklar.’ (19.10.2003)
Eyüp Can’ın desteğinden yukarıda söz etmiştim. E.Can’ın iki paragrafını daha sunuyorum. ‘Geçen hafta salı günü H. M’ın ‘H. M. milliyetçiliği, 19. yüzyıl Avrupa’sında gelişen modern–politik bir ideoloji olarak ele alıyor. Yazısında bunu belirtmemiş olması bir eksiklik. Fakat asıl tartışılması gereken, M’ın milliyetçiliği kategorik bir yaklaşımla ele almış olması. Yani her türlü milliyetçiliği, kategorik olarak AIDS ve SARS’la eşdeğer bir hastalık olarak nitelemesi. Benim şahsen tanıdığım M., bu ayrımların fazlasıyla farkında olan, hem Türkiye hem de Yunanistan üniversitelerinde karşılaştırmalı milliyetçilik dersleri veren, ne hazindir ki eleştirel yazılarından dolayı Yunanistan’da ‘Türk ajanı’, Türkiye’de ise ‘Yunan ajanı olmakla’ suçlanan çok sağlam bir entelektüeldir. Her ne kadar ‘Cenab–ı Hakk’ın Türk olarak yaratmaya lâyık bulmadığı’ bir ben–i adem olsa da Cenab–ı Hakk’ı bile ırkçı politikalarına alet eden muhtelif mahlukata gereken cevabı verecektir. Tanrı Türk’ü, böylesi Türklerden korusun!’ (30.07.2003). ‘(Amerika’da) hazırlanan bir araştırma siyasi ve ahlaki muhafazakarlığın, korku, saldırganlık, dogmatizm, belirsizliğe tahammülsüzlük gibi bir dizi patolojik etkene bağlı bir nevroz olduğunu iddia ediyor… Muhafazakar Bush yönetimi anlayışlarının patolojik bir vaka olarak sunulmasına ateş püskürüyor… Bu rapor bana ilk anda geçen haftalarda H.M’ın milliyetçilik yazısıyla başlayan tartışmayı hatırlattı. M. alegorik bir yazıyla milliyetçilik için yaptığını, Amerikan Ulusal Bilim Vakfı milyon dolarlık bir araştırmayla yapmış… Her iki yaklaşım ve sonrasında yapılan tartışmalar çok benziyor’(20.8.2003).
‘Buğu’ başlıklı yazısıyla Ahmet Turan Alkan kesin bir tutum sergiledi (2.8.2003): ‘H. M.’ın Zaman’da yayınlanan ‘Milliyetçilik’ başlıklı yazısı, muhtevasından ziyade zihin âlemimizin zaafiyetli bir boyutunu ortaya çıkardığı için önem kazandı; aynı yazı ‘sol liberal’ tandanslı bir gazetede neşrolunsa tepkiler farklı olacak ve belki hiç tepki uyandırmayacaktı… H. M.’ın yazısı, açık söylemek gerekirse tepki duymamı gerektirecek bir tenkid yoğunluğu taşımıyordu; milliyetçiliğin marazi taraflarını abarttığı, adese altına tuttuğu için bazılarının zihin konforunu sarsmış olabilir. Abartının bu kadarını hoş karşılamalıyız; sanat ve fikir eserlerinde fokuslamanın bir haddi elzemdir bile; ilgiyi o noktaya yoğunlaştırmak için tercih edilmiş bir usul. Milliyetçilik üzerine yazarken bu kavramı çok defa ‘toplumların ergenlik sivilcesi’ olarak tarif ettiğimi hatırlıyorum. M.’ın sivilceyi bulaşıcı hastalığa teşbih etmesini yadırgamadım… ‘Aziz dostum Durmuş Hocaoğlu’nun M.’a cevaben kaleme aldığı tenkid yazısını, ihtiva ettiği malumat itibariyle dolgun ve öğretici ama milliyetçilik fikrini savunurken gösterdiği ısrar noktasında pekâlâ ihmâl edilebilir bulduğumu belirtmek isterim. Hocaoğlu milliyetçiliğin fıtri tabiatına işaret ederken elbette haklı argümanlara dayanıyordu ama gördüğüm kadarıyla M., abartılı ve edebi ifadeyi tercih etmesi yüzünden o hususu bilerek ihmâl etmiş veya esasen bilindiği gerekçesiyle sükût ile geçmişti. Her iki yazar arasında hakemlik yapmak haddim değildir; kaldı ki öyle bir misyonum olsaydı ‘fıtri ve tabii temâyül’lerim ve on seneyi aşkın dostluk hukukum icabı Durmuş Hocaoğlu’na destek vermem gerekirdi; ne var ki ben Sayın Millas’ın lâyıkınca anlaşılmadığı kanaatindeyim... ‘Türkiye’de milliyetçilik fikri, bir türlü ‘fikr–i selim’ noktasına erişemedi ve bu yüzden milliyetçilik hakkında konuşup yazmak, ‘şekil A’da görüldüğü üzre, fuzuli ve ucuz düşmanlıklar peyda etmek için pek elverişli bir vesile teşkil ediyor. Kendilerini en has milliyetçi sayan bazı kimselerin, bu satırların yazarı hakkında ‘kanını tahlil etmek lazım’ yolundaki homurtularını ancak böyle izah edebiliyorum… Muhatabımız sisler ardına saklanmış olabilir ama evvela gözlüklerimizin buğulanıp buğulanmadığını kontrol ettikten sonra bu yargıya varmalıyız.’ A. T. Alkan daha sonraları da (16.5.2005, M. Öztürk’le söyleşi) bu konuya yeniden değindi: ‘H. M. bir yazı yazdı, başına gelmeyen kalmadı. Benim de başıma gelmeyen kalmadı. Bazı milliyetçi kuruluşlarda hakkımda yazılar çıktı. Adam doğru bir şey söylüyor. Türk milliyetçiliğine dahletmiyor. Milliyetçiğin o kolay kokuşabilir tarafına dikkatleri çekiyor ve hayırlı bir şey yapıyor. Ama bazı arkadaşlar adamın Türklük ve milliyetçilik düşmanı olduğu yolunda bir görüş çıkardı. Ben bu tartışma esnasında bir yere doğru ayrıldığımı hissettim. Ha, sen milliyetçi misin, değil misin? Milliyetçilik bireysel ve kolektif niteliğimizi ve üretkenliğimizi artırıyorsa, hayata daha pozitif bakmamıza yardımcı oluyorsa, bizi maddi ve manevi planda daha varsıl kılıyorsa böyle milliyetçiliğe varım. Aslımdan da hiç şüphem yoktur, gocunmadım da. Esasen aslımı neslimi o kadar merak da etmiyorum. Bildiğim kadarıyla bir karışıklık yok ama olsa ne olur ki. Bu İslam’ın bize telkin ettiği dünya görüşüne ters düşer.’
Şahin Alpay Zaman’da (7.8.2003) şunları yazdı: ‘H.M… yayımlanan yazılarıyla ‘milliyetçilik’ konusunda yararlı bir tartışma başlattı… Köktenci, ırkçı, şoven milliyetçilik açısından millet her şey, birey hiçbir şeydir; tarihin öznesi milletler, esası milletlerin kavgasıdır. Milletler eşit değildir; kimileri yönetmeye, kimileri yönetilmeye mahkumdur… Üçüncü Dünya’nın pek çok ülkesinde milliyetçilik, siyasi ve iktisadi bağımsızlık idealini ifade eden olumlu bir anlam taşımaktadır. Özgürlük ve demokrasi ideallerine bağlı olanlar, milliyetçiliğin insanlığı ‘bizler’ ve ‘onlar’ diye bölerek birbirine düşüren, akıldışı, kabileci, ırkçı ve saldırgan türüyle mücadeleyi ihmal edemez.’
Ragip Zarakoğlu da ‘Yeniden Özgür Gündem’de (12.11.2003) bu konuya değinmiştir: ‘H.M. geçenlerde Zaman gazetesinde yayımlanan bir makalesinde kullandığı ‘milliyetçilik hastalıktır’ ibaresi ise, bizim ‘megalo ideacılarımızın’ şimşeklerini üzerine çekti. Bizdeki ‘ülkücü’ teriminin Batı'daki karşılığı ‘ideacı’dır. Onu bile kopya çekmişiz. Zaten Yunanlı bir yazar da şöyle demiyor mu? ‘Bu hastalık bize karşı sahillerden bulaştı, bizden de Türklere’. H M'a saldıran kalemşorlar, ‘sizin milliyetçiliğiniz hastalıklı olabilir, bizimki mis gibi sağlıklı’ diyorlar’
Lehte e-postalar ve internet yazıları Yazımın başlattığı tartışma giderek bir ‘milliyetçilik-milliyetçilik karşıtı’ tartışmaya dönüştü. Bunun bir nedeni, yazımın yanı sıra Zaman Gazetesi’nin de eleştiriliyor olmasıydı. E-posta ile gelen ve sitelerde okunan yazılar onlarca idi. Sıradan vatandaş saydığım ve yazı alanlarının farklılığı yüzünden kendilerini ‘daha rahat’ ifade eden bu kimselerin yaklaşımı, yukarıda sergilediğim lehte olan gazete yazılarından özde farklıdır. Gazete yazıları, genel olarak çağdaş akademik bir anlayışla kaleme alınmıştı, çağdaş temel ilkelere göndermede bulunuyorlardı. Yazarlar, günümüzde yeni sayılan bir ‘ulus ve millilik’ tanımının paralelinde, yada ifade özgürlüğü gibi bir anlayıştan yana yada dengeli ve ölçülü bir milliyetçilikten yanaydılar. Oysa ‘sıradan vatandaşların’ yazılarında dini referanslar daha belirgindi. Bu yazılarda karşıtlık ‘milliyetçilik-din’ gibi bir boyut da edinmişti. Kullanılan dil bile zaman zaman simgesel olarak dini bir boyut içeriyordu. Bana gelen ve sitelerde görülen – eleştirilerin tam karşısında - bazı mektuplardan örnekler aşağıdadır.
- Sayın H.M. Nereye kadar gidecek bu durum bilmiyorum ama kendilerini ‘biz’ diye adlandıran hiçbir insan topluluğunun doğallığına ve samimiyetine inancım kalmadı. Yazdığınız yazılar ve gelen cevaplar, yerel de olsa, bir örnek teşkil etmesi bakımından çok önemli. Çünkü tepkiler kadim bir ideoloji olarak takdim edilen milliyetçiliğin nasıl özümsendiğini ortaya koyuyor. Siz bu konuda benden çok tecrübelisiniz ama bu yazıların yayınlanması en azından akademik çevre adına bir kazanç olur düşünüyorum. - Sizi Zaman gazetesinde görmek Zaman okuru olarak bizi sevindiriyor. Sizin Zaman’da yazmanız bize güç veriyor. Yozgat’tan Anadolu’ya ve Ege’ye, Yunanistan’a barış dileğiyle… - Milliyetçilik yazınıza hayran kaldım. Oldukça kapsamlı bir konuyu bu dar sütunlar içinde harikulade aktarmanızdan dolayı size müteşekkirim. - Yazınız için çok teşekkürler. İnsanlığın baş belası bir hastalığı çok güzel tanımlamış ve mükemmel teşhis koymuşsunuz. - Kendince dini vecibelerini ferdi olarak yerine getiren biriyim… Yazılarınız evrensel insani önceliği [öne çıkardığı], sınıfı ve sınırı reddettiği için ilgimi çekiyor. Çok şeyler öğreniyorum. Benzer şeyler düşünüyorum. Irk konusuna ile ilgilenmenize ayrıca önem veriyorum. Ben kendi adıma böylesi kavramları aştım. Çünkü Kur’an ve Hz. Muhammed bütün insanların aynı kökten türediklerini … söylüyor. Kitab-ı Mukaddes de aynı şeyi söylüyor. O zaman sorun neden? … Bu yazılarınızın bize ve bizim gibi düşünenlere büyük güç kattığından haberdar olmanızı, çabanızı bu minval üzere şevkle sürdürmenizi tavsiye ederim. - [Internette yazılar] Sn. H. M’ın yazısında anlatılan fikirlere aynen katılıyorum. Karşıt fikirler cihanşümul değildir. - [Milliyetçilere seslenerek] Milliyetçiliğe her karşı çıkanı komünist zannediyorsan yanılıyorsun. Aklı başında olan, vatanını gerçek anlamda seven, vatanında yaşayan başka milletleri horlamayan, hakir görmeyen, insanları mensup olduğu veya olmadığı ırka göre yargılamayan, ve Türkiye’de yaşayan bütün milletleri kucaklayan bir düşünceye sahip herkes milliyetçi akımlara haliyle karşı çıkıyor. - H. Bey tespitlerinde haklı. Tüm yazdıklarına katılıyorum. Bu milliyetçilik habis bir hastalıktır. Rabbim ummedi Muhammed’i bu pislik hastalıktan muhafaza etsin. Amin. - M’ı tebrik ediyorum. Nefis bir bakış açısı. Gerçekten ırkçılık vebadan ve AIDS’den daha tehlikelidir. - [Bir milliyetçiye seslenerek] Senin milliyetçiliğe veya Kuvayı milliyetçiliğe değil tedaviye ihtiyacın var. En kısa zamanda polikliniğe başvur. - Yahu arkadaşlar, yazısında hiç Türk kelimesi dahi geçmeyen H. M., kendi üslubunca milliyetçiliğin bir çeşit bulaşıcı hastalık olduğuna dair ortaya bir şablon koydu. Sizler de, maalesef adeta zorla o şablonun içine girmeye çalışıyorsunuz… ‘Adam gerçekten doğru yazmış’ dedirttiniz… Yani, sadece ülkücüler mi bu vatanın gerçek sahibidir? Böyle yapmakla, Türk olmayanların damarına basarak tahrik ettiğinizin farkında mısınız? … Risale-i Nur ile Türkiye’yi, Türkleri ve hatta Türkçe’yi samimane seven bir Kürt kardeşiniz. - Beyler, dünyada iki ırk var: Ehl-i İslam ve Ehl-i Küfür. Yazıda ırkçılık (Türkçülük değil) yerilirken karşı duranlar yazıya haklılık kazandırıyor vesselam. - Bence kendi fikirlerini yazan birisinin milliyetçilik hakkındaki yorumunu ağızlarından köpükler saçıp hakaretler yağdırarak kişi veya kişileri hedef göstererek zaten doğrulamış oluyorsunuz. Böylesine tepkiler ancak kötü ve cahilce milliyetçiliğin hasta yanını açığa vurmaktır. Bu bağlamda H. Beyin haklı olduğuna inanıyorum. - Yazara tamamen katılıyorum. Milliyetçilik ve faşizm her zaman dünyanın başına bela olmuştur. Türkiye de kendine milliyetçi zanneden faşistlerden çok çekmiştir. Halen de çekmektedir. - Milliyetçi zerzevat, yıllardır titreye titreye Parkinson hastalığına döndü. O yüzden ne Kur’an’dan ne hadisten anlamıyorlar. - Kürt-Türk-Arap diye bir ayırım yapılamaz. Hiç kimsenin kimseye bir üstünlüğü yoktur. Bu konuda en güzel rehber Peygamber: ‘Arab’ın Acem’e, Acem’in Arab’a üstünlüğü yoktur. Üstünlük takvadır’. İşte slogan bu, yol bu. Gidene ne mutlu. - Bu yazının doğruluğunu ona yazılan tepki mesajlarından görebilirsiniz. - Ben bir Türk’üm. Büyük dedem Çanakkale şehididir. Ben bu ülkeye faydası dokunan bir Kürt’ü veya Laz’ı, Çerkez’i veya herhangi başka milletten birini, yerinde miskin miskin oturan ve Türkçülüğü ağzından düşürmeyen bir Türk’e tercih ederim… İstediğin kadar kendinle öğün, lafla peynir gemisi yürümez. - Yazarın söylediklerine çoğunlukla katılıyorum. Çevremizdeki insanları ‘biz’ ve ‘ötekiler’ olarak görmek çok yaygın bir harekettir ülkücülükte.
Dolaylı destek yazıları Bu milliyetçilik tartışmasına katılmış ama benim dikkatimden kaçmış başkaları da herhalde vardır. Ama sanıyorum kaçırdıklarım azdır. Ayrıca şu ana kadar sergilenmiş olan yazılar aracılığı ile ileriye sürülen lehte ve aleyhte görüşler konusunda yeterince bir fikir edinmiş bulunuyoruz. Yalnız benim adımı anmadan ve dolaylı olarak bu tartışmaya, yine Zaman’da, katılan iki ismi anmam gerekiyor. Biri Eser Karakaş’tır. Yazısında (6.8.2003) milli devlet rolünün değiştiğini ve vergilendirme mantığının milli parlamentolar dışına kaydıkça ‘milliğin’ de zayıfladığını yazdı. Bu gelişmelerin ‘ulus-devlet düşmanlığı ile ilgisinin hiç olmadığını anlaşılması gerekiyor.’ İkinci yazıdan o kadar emin değilim. Yazı, bana ‘destek’ gibi geldi ama karar okuyucunundur. Fethullah Gülen Zaman’da ‘olaydan’ altı ay sonra (18.1.2004) yayınladığı ‘Paranoya’ adlı yazısındaki bazı cümleleri bana anlamlı geldi. Yazım ile benzerlikler gördüm. Yazı ‘paranoya’ kelimesini ‘milliyetçilik’ olarak değiştirerek okunduğunda iki yazı arasında benzerlikler az değil. Paranoik olanlar bu benzerliği nasıl açıklar bilemem ama bu yazı bana sürpriz gibi geldi. Yazıda, paranoik kimseler yavaş yavaş hastalanırlar, AIDS hastalığına yakalanmış gibi olurlar, güvensiz, kuşkulu, her yanda düşman gören, saldırgan, hastalıklarının bilincinde olmayan, ama aynı zamanda böbürlenen, herkesi aşağı gören kimselerdir denmektedir. Bu yazıdan bazı cümleleri aşağıda aktarıyorum: ‘Bunları yapanlar ya kendileri de paranoyak, veya gâye ve hedeflerine ulaşabilmek için böyle toplumsal bir paranoyaya ihtiyaç hissediyorlar; bazen aldatabildikleri veya robotlaştırdıkları insanlarla şöyle–böyle bir terör estiriyor… Paranoya, her şeyden şüphe etme, şundan–bundan kötülük geleceği endişesi içinde bulunma, kendini güvensiz hissetme ve vehimle oturup kalkma hastalığı. Bazen buna, bencillik, kibir, gurur, yaptıklarını beğenme gibi hususların da inzimam etmesi söz konusu olur ki, artık o zaman böyle biri tam bir psikopat ve bir deli demektir. Hekimler, psikopatlar arasında paranoyak bünye gösterenlerle alâkalı bilhassa şu hususlara dikkat çekerler: Kendine fevkalâde değer verme; kibir, gurur ve çalım… gibi tavırlarla ‘ben’ hipertrofisi. Nihayet herkesi tutarsız ve güvensiz gördüğünden sosyal uyuşmazlık ve emniyetsizlik bunalımı…. Eksik veya tamam, onlara göre paranoya, bazen bu emârelerin hepsiyle, bazen de bir–ikisiyle kendini hissettirir ki; her zaman halkla beraber olsa da böyle birinin cinnetinde şüphe yoktur. ‘Paranoya, müstaid ruhlarda hafiften başlar, yavaş yavaş gelişir; derken değişik telkin, tesir, evham bombardımanı ve yanlış muhâkeme sebebiyle zamanla tam bir cinnet–i mustatil halini alır ve kahreden bir evhama dönüşür: Böyle bir maraza yakalanan insan, zulme uğrayacağı vehmiyle oturur–kalkar; herkesin kendisi için kötülük plânladığı endişesiyle kıvranır durur.. ihtimallere hüküm bina ederek pek çok kimseyi potansiyel suçlu görmeye başlar ve böylelerini bertaraf etme stratejileri üretir; ‘Onlar bana zulmetmeden ben mutlaka onları ezmeliyim.’ diyerek masum insanlara karşı savaş ilan eder; kan döker, kan içer ve zamanla âdeta bir kanlı kâbus hâlini alır… Paranoya, bir korku, şüphe ve vehim hastalığı olarak bütün suiniyetlerin, suizanların da kaynağı gibidir. Onun ikliminde şekillenir bütün ayrıştırıcı düşünceler, ‘biz’ ve ‘ötekiler’ mülâhazaları. ‘Elinden gelse bütün dünyayı hâkimiyeti altına almak ister; bir kere de bunu o mel’un kafasına koymuş ise, gerçekleştirmek için her çareye başvurur, her vesileyi değerlendirir ve gözünü kırpmadan her mesâvîyi rahatlıkla irtikâp edebilir: yalan söyler, âlemi aldatır veya aldatmaya çalışır; verdiği sözlerde durmaz, döner; emanete hıyanet eder, akla–hayale gelmedik entrikalar çevirir, cinayet işler; masum, gayri masum demeden herkesin kanına girer; icabında kendisi gibi düşünenleri bile öldürür; ne yapar yapar, sun’î düşman cepheleri oluşturur ve bütün bunlar insanları aldatmaya yetmediği takdirde ar, namus, şeref, hukuk, demokrasi, adalet, insan hakları demeden ‘Kuvvetin de lâyüs’el bir hakkı var.’ mülâhazasıyla yürür bir gece kaba kuvvetle hedef kitlenin üzerine... ‘ ‘Paranoyak, aklen de, hissen de mâlûldür. Bu maraz hâli onda hem bir tabiat, hem de gâye gibidir; bu itibarla da, her zaman bir seciyesizlik örneği sergilemenin yanında, tıpkı bir kısım frengili veya AIDS’liler gibi sürekli virüsünü başkalarına da bulaştırma hummasıyla yaşar; yaşar ve bir paranoyaklar cephesi oluşturmak için elinden gelen her şeyi yapar: Yerinde kendine karşı mevhum düşmanlar üretir, yerinde hemen herkesin ciddi bir tehdit altında bulunduğu vehmini uyarır; gerekirse kendisi de bizzat, terör türü bir kısım eylemler tertip ederek saf kitleleri böyle bir tehdidin var olduğuna inandırır. ‘Paranoyak tam bir delidir; ne var ki, o bunun farkında değildir. Aksine o, kendini akıllı ve bilgili sanır; dolayısıyla da kendinden başka herkesin bir mânâda beyinsiz ve muhâkemesiz olduğuna inanır. Öyle sansa ve öyle inansa da, hiçbir zaman onun mutlu olduğu söylenemez… ‘Paranoyaya ihtiyacı olanlar... : Evet, ezenlerin, başkalarına hükmetmek isteyenlerin, gözlerine kestirdikleri değişik coğrafyaları işgal edenlerin toplum/toplumlar çapında böyle bir paranoyaya ihtiyaçları var. Kinin, nefretin, hırsın, din düşmanlığının delirttiği bu insanların, idare etmeyi düşledikleri kimseleri korkutarak, ürküterek, telâşlandırarak, vehim ve hezeyâna sürükleyerek kendilerine benzetmeye çalışmaları bence bu cinnet mantığına göre normaldir. Aslında böylelerinden başka bir şey beklemek de aldanmışlık olur.’
SON SÖZ Bu tartışma benim için öğretici olmuştur. Bu “tartışmanın” Türkiye’de kimlerin “milliyetçilik” denebilecek ideoloji ile ne tür bir ilişki içinde olduklarını göstermesi açısından başkaları için de öğretici olacağını umuyorum. Yukarıdaki “tartışmanın” ayrıntılı bir yorumu Zamandan Bir Ses adlı kitabımda bulunabilir (s.323-353). |